Bir Not Defterinden Sızan Fikirler: Felsefenin Devlerini Çarpıştıran 4 Şaşırtıcı Bağlantı
- Sedat yılmaz
- 2 days ago
- 3 min read
Bir Not Defterinin Kenarındaki Fikir Fırtınası
Not defterleri, zihnimizin en karmaşık labirentlerinde açılan pencereler gibidir. Bazen en derin, en çetrefilli fikirler, bir sayfa kenarına çiziktirilmiş birkaç ok ve kelimeyle birbirine bağlanıverir. Bu karalamalar, sadece kişisel birer düşünce haritası olmanın ötesine geçer ve beklenmedik bağlantıları, gizli kalmış entelektüel köprüleri gün yüzüne çıkarır.
Bu yazı, tam da böyle bir not defteri sayfasından ilham alıyor. Kant, Hegel, Marx, Nietzsche ve Freud gibi dev isimler arasındaki görünmez ipleri bu basit karalamaların izini sürerek keşfedeceğiz. Ancak bu, birbirinden kopuk dört hikâye değil, tek bir büyük sorunun etrafında dönen bir yolculuk olacak: Bilginin ve deneyimin asıl kaynağı nedir? Bu arayışın bizi aklın aydınlık zirvelerinden, iradenin ve içgüdünün karanlık derinliklerine nasıl taşıdığını göreceğiz.

1. Hegel'in Akılcı İlerlemesi, Marx'ın Materyalist Devrimine Nasıl Dönüştü?
Hegel için tarih, aklın kendini sürekli aşarak daha ileri bir seviyeye ulaştığı rasyonel bir yolculuktur. O, tarihin bu ilerleyişini, bir fikrin kendi karşıtını yaratarak yeni bir senteze ulaştığı diyalektik bir süreç (Aufhebung) olarak tanımlar. Bu, soyut fikirlerin ve aklın, dünyanın motoru olduğu bir felsefedir.
Karl Marx ise Hegel'in bu "akılcı" idealizmini alıp adeta baş aşağı çevirmiştir. Marx'a göre tarihin motoru soyut fikirler değil, somut ve maddi koşullardır. İlerlemenin asıl dinamiği, "üretim ilişkileri" ve bu ilişkilerin yarattığı "sınıf mücadelesi"dir. Onun referans noktası, fikirler dünyası değil, "materyalizm"dir. Hegel’in fikir odaklı dünyasında, Marx’ın gündelik hayatımızın—nasıl yediğimizin, çalıştığımızın ve ürettiğimizin—düşüncelerimizi şekillendirdiği ısrarı, tam anlamıyla felsefi bir depremdi.
Not defterindeki bir not, bu devasa dönüşümü tek bir cümleye sığdırır:
Tarih bir sınıf mücadelesidir.
2. Kötümserliğin Doğuşu: Kant, Schopenhauer ve Tatmin Olmayan İrade
"Kategorik Imperatif" gibi katı etik kurallarıyla tanınan Immanuel Kant, aynı zamanda Transcendental felsefesiyle bilgi anlayışımızda bir devrim yaratmıştı. Kant'a göre bilgi, hem aklımızın yapıları hem de deneyim dünyasının bir ürünüdür. Ancak onun açtığı bu yoldan yürüyen Arthur Schopenhauer, bambaşka ve çok daha karanlık bir menzile vardı.
Schopenhauer, Kant'ın felsefesini karamsar bir yorumla yeniden şekillendirdi. Ona göre, bizim deneyimlediğimiz bu dünyanın (fenomen) arkasındaki asıl gerçeklik (Noumen), akıllı ve düzenli bir yapı değil, tam aksine kör, akılsız ve asla "tatmin olmaz" bir İradedir (Wille). Bu İrade, sürekli isteyen, arzulayan ama asla doyuma ulaşamayan dipsiz bir kuyudur.
Bu felsefenin en çarpıcı sonucu, mutluluğa dair sunduğu karşı-sezgisel çözümdür. Schopenhauer'e göre mutluluk, istekleri tatmin etmekle değil, tam tersine bu doymak bilmez "iradeyi bastırmak ve dış dünya ile olan sancılı bağlantıyı kesmekle" mümkündür. Not defteri bu kasvetli gerçeği şu keskin ifadeyle özetliyor:
Noumen: kötüdür! tatmin olmaz.
3. Nietzsche'nin İsyanı: Akla Karşı İçgüdü, Apollon'a Karşı Dionysos
Friedrich Nietzsche, kendisinden önceki "Alman idealizminin" akılcılığına ve sistematik felsefesine karşı bayrak açmış bir isyancıdır. Onun için asıl önemli olan, nesnel gerçekliğin soğuk yapıları değil, insanın dünyayı "öznel kavrayışı" ve yaşama gücüdür.
Nietzsche, bu isyanını Yunan mitolojisinden aldığı iki güçlü sembolle ifade eder. Bir yanda aklı, düzeni, ölçüyü ve mantığı temsil eden tanrı Apollonvardır. Onun tam karşısında ise içgüdüyü, sarhoşluğu, kaosu, yıkımı ve sınırsız yaratıcı enerjiyi temsil eden tanrı Dionysos durur.
Bu ikilik, sadece mitolojik bir hikaye değildir. Bu, Batı felsefesinin binlerce yıldır üzerine inşa edildiği rasyonel temellere yapılmış derin bir eleştiridir. Nietzsche, bize insan doğasının sadece akıldan ibaret olmadığını, içimizdeki karanlık, kaotik ve dizginlenemez Dionysosçu güçlerin de varlığını ve önemini hatırlatır.
4. Felsefeden Psikolojiye Geçiş: Nietzsche, Freud'un "Id"inin Kapısını Nasıl Araladı?
Nietzsche'nin felsefesi, sadece felsefeyle sınırlı kalmadı; aynı zamanda psikolojide yaşanacak bir devrimin de habercisiydi. Onun akıl dışı, ilkel ve kontrol edilemeyen içgüdülere (Dionysos) yaptığı vurgu, Sigmund Freud'un insan zihninin derinliklerine yapacağı yolculuğun kapısını araladı.
Freud, insan ruhunu üç temel yapıya ayırdı: id-Ego-Süperego. Bu yapının en temelinde yer alan id, bilincimizin derinliklerinde yatan, ahlak ya da mantık tanımayan ilkel dürtüler bütünüdür. İd, yalnızca haz arayan, bencil ve yıkıcı bir güçtür.
Buradaki paralellik şaşırtıcıdır: Nietzsche'nin felsefi bir sezgiyle işaret ettiği o karanlık, Dionysosçu güçler, Freud tarafından psikanalizin temel bir kavramı olan "id" olarak bilimsel bir çerçeveye oturtulmuştur. Not defterindeki karalama bu karanlık tarafı net bir şekilde tanımlar:
id: Her zaman kötüyü ister.

Sonuç: Düşüncenin Mirası ve Bilinçaltına Yolculuk
Bir not defterine çizilmiş basit oklarla birbirine bağlanan bu dört fikir hattı (Hegel-Marx, Kant-Schopenhauer, Nietzsche'nin isyanı ve Nietzsche-Freud), düşünce tarihinin seyrini değiştirmiştir. Ancak bu bağlantıların ötesinde daha büyük bir hikâye var: Felsefenin odağının yavaş yavaş dış dünyadan ve saf akıldan, insanın iç dünyasının karmaşık ve çoğu zaman karanlık dehlizlerine kayması. Kant’ın açtığı yolda ilerleyen düşünce, Schopenhauer’in İrade’si ve Nietzsche’nin Dionysos’uyla "bilinçaltı deneyimler" alanına adım atmış ve nihayetinde Freud ile psikolojinin temel meselesi haline gelmiştir. Not defterinin kenarına düşülen o not, bu yolculuğu mükemmel bir şekilde özetler: "Felsefe ve psikoloji arasında ciddi bir deneyim."
Peki sizce, insan doğasını ve toplumu anlamak için bu düşünürlerden hangisinin penceresinden bakmak bugün bize daha fazlasını söylüyor: aklın mı, maddenin mi, iradenin mi, yoksa içgüdülerin mi?



Comments